top of page

V. ULUSAL TIP HUKUKU ve TIBBİ BİLİRKİŞİLİK KONGRESİ

Sayın akademisyenler, değerli konuklar, değerli katılımcılar, meslektaşlarım; hepinizi saygıyla selamlarım.  Bu kongrenin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese, özellikle ev sahibi Dokuz Eylül Üniversitesi yöneticilerine ve kongreye katılım sağlayan herkese teşekkür ederim.

Sizlere, trafik kazası mağdurlarının, haklarına kavuşma yolunda yaşadığı sorunları anlatmak üzere davet edilmiş bulunmaktayım. Kazazedeler, kaza sonrası hemen hemen her aşamada ciddi engel ve sorunlarla karşılaşmaktalar. Ancak, bu kongrede katılımcı ve konuşmacıların ağırlıklı olarak hekim bilirkişiler olduğu nazara alınarak ve oturum başlığının da maluliyet bilirkişiliği olması sebebiyle konuyu bu çerçevede tutarak ve maluliyet raporlarının mağdurlar bakımından önemi ile yaşanan sorunlar hakkında bizim tarafta yaşananları aktarmaya çalışacağım.

 

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki; bedensel maluliyet yaşayan kazazedelerin, yasal haklarına kavuşabilmesi için çıktıkları zorlu yolda, haklarının teminatının yarısı yargılama ve hukuki süreçse yarısı hekim bilirkişilerin raporlarıdır. Hatta yargılamanın temelini sizlerin görüşleri oluşturmaktadır. Çünkü, eğer sizler maluliyet var derseniz, o kişinin yasal talep hakları doğacaktır. Sizler maluliyet oranını ne belirlerseniz, yargı kurumları sizlerin görüşlerine göre hüküm tesis edecektir.

Yargılama, hakkaniyet ve mağdurlar için bu denli önemli olan bilirkişi raporlarının, beklenen faydayı gösterebilmesi, mağdurların daha da mağdur olmaması ve adaletin tecellisi için bilirkişi raporlarında ve mütalaalarda yargı makamlarınca beklenen özellikler ise şöyledir.

 

1- DOĞRULUK, ÇELİŞKİDEN UZAK OLMA:

 

Bilirkişi raporlarının mevcut durumu bildiren görüşler bakımından doğruluğu muhakkak ki çok önemli olmakla birlikte, bu başlıkta daha çok bahsetmek istediğim husus, raporlarda maddi hatalar olmamasıdır.

Öncelikle; mahkeme dosyalarının bilirkişilere verildiği hallerinin çok karışık ve çoğu zaman içeriklerinin eksik olduğunu kabul etmek gerek. Burada maalesef ki, bilirkişilerin üstün yetenekli olmalarını umut ediyoruz. Bilirkişilerin iş yoğunluğunun da farkındayız ve saygı duyuyoruz. Tüm bu zorluklar karşısında, kimi zaman raporlarda maddi hatalar olduğuna, raporun ilişkin olduğu kişi ve olay dışında başka dosyalara dair bilgiler de içerdiğine, dayanak gösterilen bir takım tıbbi belgelerin tarih ve sayılarının yahut düzenleyen kurum isimlerinin veya belge içeriklerinin sehven hatalı yazıldığına rastlanmaktadır. Konuda uzman olan kişiler için anlaşılması çok kolay olan ve sehven yapılmış maddi hata niteliğinde olan bu tür çelişkiler maalesef ki, yargı ayağının kilitlenmesi sonucunu doğurmaktadır. Çünkü, böyle bir hata veya çelişki tespit edildiğinde, hukukçuların veya kazazedelerin rapor içeriğindeki tıbbi terimleri anlaması, tıbbi bilgilerden hangisinin doğru olduğunun tespiti mümkün olmamaktadır. Çoğu zaman, raporlarda maddi hata bulunduğunda, o rapor geçersiz kabul edilerek, maalesef ki emekleriniz hiçe sayılmaktadır. Yeniden tıbbi kayıtlar toplanmakta, yeni bir kurumdan rapor talep edilmekte ve çoğu zaman, o yeni kurumun talebiyle kazazedeler tekrar tekrar aynı tahlil ve muayenelere katlanarak daha da mağdur olmaktadırlar. Tüm bu işlemlerin ayrı ayrı yazışmalarla yapıldığı düşünüldüğünde, geçersiz sayılan yahut çelişki nedeniyle hükme esas alınamayan bir rapor üzerine, ortalama 1 yıl yargılama sürüncemede kalmaktadır.

Örneğin, şu an ekranda, darp sonucu yaralanan bir şahıs için düzenlenen Kat'i Adli Raporu görmektesiniz. Bu raporda, kişide mandibula kırığı oluştuğu  belirtilmektedir. Ancak kişiye ilişkin aynı tarihli Radyoloji raporunda mandibulada fraktür görülmediği yazmaktadır.

Bizzat vekil olduğum bu dosyada, hangi belgedeki bilginin doğru olduğu konusunda şüpheye düşen mahkemenin, gerekli yazışmaları yaparak, kişiyi tekrar muayeneye göndererek ve yeniden rapor alarak, bu şüpheyi gidermesi tam 1,5 yıl sürmüştür.

 

2- AÇIKLIK ve DENETLENEBİLİRLİK:

HMK (Hukuk Muhakemeleri Kanunu) 279/2 maddesi gereğince, bilirkişi raporlarında tüm maddi vakıalar, kanaatler ve gerekçeler açıklanmalıdır. Zira, yerleşmiş içtihatlara göre de bir raporun hükme esas alınabilmesi için denetime elverişli olması zorunludur.

Dolayısıyla, yargılamada beklenen faydanın elde edilebilmesi için, uzman raporlarındaki kanaatlerin dayandığı bulgular ile hesaplama unsurlarının, illiyet bağının ve dayanak mevzuatın açık şekilde belirtilmesi gerekmektedir. Aslına bakarsanız, yargılama aşamasında çoğunlukla raporların sadece sonuç kısmına bakılmaktadır. Lakin, bilirkişi raporunun fıtratında itiraz müessesi bulunmaktadır. O rapor illa ki yargılamanın taraflarından birinin aleyhine olacak ve aleyhine olan taraf  illa ki o rapora itiraz edecektir. Ancak, raporlar denetime elverişli olduğu sürece, yani tüm bulgular ve kanaatler, dayanakları ve bağlı olduğu yasal mevzuat ile raporda açıklandığı takdirde, itiraz hüküm doğurmayacak ve gereksiz şekilde ek rapor yahut yeniden rapor düzenlenmesi aşamaları yaşanmayacaktır. Bu şekilde de, yargılama daha kısa sürede bitecek mağduriyetler azalacaktır.

 

3- TUTARLILIK:

Raporların yargılamada önem arz eden bir diğer özelliği de tutarlılıktır. Yani, aynı kişi veya hak için yakın tarihlerde farklı kurumlar tarafından düzenlenen raporların örtüşmesi, bir kurumun benzer özellikler taşıyan dosyalarda aynı kanaati bildirmesi sonucu bilimsel görüşlerin tutarlılığıdır.

Yargı sürecinde kimi zaman; aynı kişi ve aynı yaralanma konusunda farklı kurumların farklı kanaate varmaları, hatta bir kurumun veya heyetin kişide kalıcı maluliyet gerçekleşmediğini bildirmesine rağmen başka bir kurumun aynı kişi için maluliyet oranı tespit etmesi gibi tutarsızlık gösteren durumlarla karşılaşılmaktadır.

Örneğin ekranda göreceğiniz her iki rapor da farklı üniversitelerin adli tıp ana bilim dalı tarafından, aynı kişi ve aynı yaralanma hakkında, aynı Yönetmelik kapsamında, 1 ay *****  arayla düzenlenmiş iki rapordur. Bir raporda; "..kişide maluliyet oranı tayinine mahal olmadığı" bildirilmişken diğer raporda "%****** maluliyet oranı hesaplanmıştır.

 

(Sigortacılık Kanunu m.30/13 ve ZMMS Genel Şartları m.Ek6) Artık bir çok trafik kazasında, yargı süreci başlatılmadan önce maluliyet oranının tespiti için Adli Tıp Ana Bilim Dallarına bireysel başvuru yapılmakta ve böylece sigorta şirketleri ve sorumlular ile sulh yoluyla uyuşmazlıklar giderilebilmekte yahut yargılama süreci kısaltılmaktadır.  Bir kazazedenin, hakları için yasal mücadeleye başlayıp başlamayacağını, her şeyden önce maluliyet durumuna ilişkin heyet raporları belirlemektedir. Hekim bilirkişilerce kazazede hakkında maluliyet oranı belirlendiğinde, kişi yasal süreci başlatmaktadır. Kişide maluliyet bulunmadığına dair bir raporun verilmesi üzerine ise, o kişi hukuki mücadeleden vazgeçmekte veya başka bir sağlık kurumuna başvuru yapmaktadır. İkinci başvuru yapılan kurumdan ise kendisine maluliyet oranı takdir edilmesi halinde ise tutarsızlık doğmaktadır. Böyle bir durumda, tazminat haklarını almak isteyen bir kazazedenin maluliyet oranı takdir edilen ikinci rapora itimat ederek hukuki mücadeleye başlayacağı muhakkaktır. Lakin, aslında maluliyeti bulunmayan bir kişi yasal sürece başlayıp da, başka bir kurum tarafından farklı bir oran tespit edildiğinde yahut kalıcı maluliyeti bulunmadığı bildirildiğinde, kazazedeler hem ciddi yargılama masraflarına katlanmak zorunda kalmakta hem de hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bu ise trafik kazası mağdurlarının daha da mağdur olmasına neden olmaktadır.

 

4- GÜVENİLİRLİK ve TARAFSIZLIK

 

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; yıllarca bilirkişilik yapmış bir avukat olarak, bir takım gözden kaçırma yahut sehven hatalar olabilmekle birlikte, hiçbir bilirkişinin bilhassa hekim bilirkişilerin taraflı bir rapor düzenleMEyeceklerine güvenim sonsuzdur.

 

Güvenilirlik konusunu ise iki farklı başlıkta incelemenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.

 

a) KURUMLARIN GÜVENİLİRLİĞİ:

Tüm sağlık kurumlarına ve hekim bilirkişilere inancım sonsuz olmakla birlikte;

Uygulamada, bazı kurum veya bilirkişiler aleyhinde fazlaca dedikodu yapılmakta, kurumların adı kullanılarak imkan dahilinde olmayan vaatlerle insanlar kandırılmakta, sizlerin haberiniz olmasa da, isimleriniz etiket olarak kullanılarak, kurum ve kişiler itibarsızlaştırılmaktadır.

Gerek kazazedelerin daha da mağdur olmasına sebep olan gerekse bilirkişi ve kurumları basamak olarak kullanıp, itibarsızlaştıran en temel oluşum; hasar takip büroları veya diğer adıyla sigorta danışmanlık şirketleridir.

 

Kurumların ismi kullanılarak ve asla olamayacak menfaat  ilişkileri anlatılarak insanların nasıl kandırıldığını ve mesleklerini özveri ile ifa eden değerli hekimlerin ve bilirkişilerin nasıl da haksız yere karalandıklarını kısaca örneklerle anlatmaya çalışacağım.

 

Hasar takipçileri çoğunlukla, daha yaralı hastaneye getirildiğinde, her nasılsa haberdar olup, bu aşamadan itibaren mağdurların hayatına dahil olmakta, telefonla arayarak, evlerine giderek mağdurları ablukaya almaktadırlar.

 

Özellikle, tedavi sırasında hastanede olan kazazede ve ailesi için çaresizliğin etkili olduğu bu dönemde, kazazede ve ailesine telefonla yahut evine giderek ulaşıp, yetki isteyen, kimi zaman maddi zorluk yaşayan kazazedelere borç para dahi veren sigorta hasar danışmanlık şirketi çalışanları kurtarıcı olarak görülmekte ve bu kişilerin umut dolu vaatlerine inanılmaktadır.

 

Mağdurlarla ahbaplık ilişkisi kuran lakin asla tıp, aktüer hesap yahut hukuk eğitimi olmayan bu kişiler, kazazede için belirlenecek kalıcı maluliyet oranından tutun da, alacağı tazminatın tam tutarına, yaşayacağı hukuki sorunlara kadar bir çok gerçek dışı bilgiler vermektedirler.

Bu söylemlerinin teminatı olarak da, falanca üniversitenin adli tıp bölümü ile anlaşmalı olup, gerçek oranının 2 katı oranda rapor çıkarabilecekleri, falanca üniversitesinin adli tıp bölümündeki hocaların zaten kendi şirketlerinin çalışanı ve hatta ortağı olduğu, o yüzden maluliyet olmasa bile her türlü yüksek maluliyet oranı üzerinden rapor yazdırabilecekleri ve tazminat üzerinden yüksek miktarda komisyon almaları gerektiğini çünkü bu komisyonun bir çok hekim ve bilirkişi arasında paylaşıldığı gibi akıl ve ihtimal dışı yalanlar söylemektedirler. Ve maalesef konudan habersiz kaza mağdurları, içinde bulundukları zor sürecin de etkisiyle, kişilerin samimi görüntüdeki söylemlerine inanmaktadırlar. Kendilerinin inanmalarından daha vahimi ise, hasar takipçilerden duydukları bu bilgileri etraflarına anlatarak, tüm bu yalanların topluma, sigorta şirketlerine, sigorta sektöründe çalışanlara ve hukukçulara aktarılmasına aracı olmalarıdır. Kulaktan kulağa aktarılan bu yalanlar, fazlaca  ve farklı kişilerce aktarıldığında, bir zaman sonra dedikodu mertebesini aşarak, üst makamlarda dahi kabul görmekte ve itibarsızlaştırma eylemi kurumsal hal almaktadır.

 

Ekranda gördüğünüz sosyal medya sayfası, sigortacılık sektöründe uzun zamandır aktif, sigorta ve hukuk branşında iştigal eden binlerce takipçisi olan bir sitedir. Gördüğünüz paylaşım ise bizzat sitenin yöneticisi tarafından yapılmış, aynı konudaki bir çok paylaşımdan biridir. Bu paylaşımda üstü kapalı şekilde, bir üniversite resmen sahtecilikle suçlanmakta, karalanarak güvenilirliği zedelenmektedir.

 

Bu paylaşımda, Sigorta Tahkim Komisyonu dahil bir çok sigorta şirketi etiketlenmiş olup, sayfaya üye olan yüzlerce sigorta şirketi çalışanının, sigorta hakeminin, avukatın, hakimin, eksperin ve bilirkişinin de bu yöndeki paylaşımları görüp, bu konu hakkında başkalarıyla sohbet ettiğinde, bu yalanların doğuracağı etkiyi düşünerek önlemek gerektiği kanaatindeyim.

 

Hiç bir kurumun veya bilirkişinin asla ve asla böyle bir mizansene dahil olmayacağından tamamen emin olarak, burada en üzüntü veren şey, mesleğini titizlikle ve tarafsızlıkla yapan çok değerli hekim bilirkişilerin akıl dışı yalanlarla karalanmasıdır. Çünkü, atılan çamurun yapışmasa dahi leke bırakacağı aşikardır.

 

 

 

Peki, insanların ağzı torba değil ki büzelim diyebiliriz. Ya da; yalan, dedikodu, iftira insanoğlunun fıtratında var ne yapalım diyebiliriz. Ya da, böyle saçma sapan şeylere insanlar nasıl inanır, aklı olan inanmaz diyebiliriz. Bence de, bu yalanlar inanılmayacak kadar saçmadır. Bu prosedürlerin içinde bizzat bulunan hiç bir hukukçunun, bilirkişinin yahut sigorta şirketi çalışanının inanması mümkün değildir. Lakin, kurumların haklarında atılan iftiralardan haberleri olmamasına ve tamamen iyiniyetine dayanan bazı olumsuz durumlar, bu dedikoduların inanılırlığını arttırmaktadır. Şöyle ki;

 

Hasar takip büroları, belli sayıda mağdurları toplayıp, adli tıp muayenesi için hastanelere götürmektedirler. Sık sık da, aynı takipçiler aynı kurumlara gittiğinden, o kurumdaki memurlarla ve bazen de hekimlerle tanışık hale gelmektedirler.  Zaten baştan beri kazazedelere, o hastane veya üniversite ile ve hekimlerle yakın ilişkileri hatta ortaklıkları hakkında bir çok yalan söylenmiştir. Muayene için kuruma giden kazazedeler, takip bürosu çalışanının, kurum mensuplarıyla olan samimi sohbetlerini, çay kahve içmelerini, bazen kurum memuru yerine dosya işlemleri yapmalarını gördüklerinde, maalesef ki bu yalanlara daha kolay kanmaktadır. Hatta, bazı zaman kazazedeler, kendilerine maluliyet oranı takdir edilmesinin tek nedeninin dahi bu yakın ilişkiler olduğunu sanmakta ve bu yaşadığı tecrübeyi de her yerde anlatmaktadırlar.

 

Dolayısıyla, itibarın ve güvenilirliğin korunabilmesi için ilk önce yapılması gereken şeyin, başvuru aşamasından itibaren kazazedelerin şahsı dışında başka bir kişinin kayıt ve muayene sırasındaki varlığını engellemek olduğunu düşünmekteyim. Yine, kurum çalışanlarının, bu gibi kişilerle olan samimiyetinin de önlenmesi zorunludur.

 

Her kurumun ivedilikle önlem alması gereken diğer bir konu ise, bilgi kaçağının engellenmesidir. Şöyle ki;

 

Maluliyet raporu almak için bir hastane veya adli tıp dalına başvuru yapıldığında,  mağdurun tüm bilgileri illa ki kayda girilmektedir. Bu bilgisayar kayıtlarında, kazazedenin TC numarası, kaza tarihi, yaralanma türü, iletişim bilgileri gibi bir çok bilgi yer almaktadır. Bu bilgiler kurum dışına sızdığında ise yeni bir yalan bulutu doğmaktadır.

 

Bu kişisel bilgileri ele geçiren kişi veya şirketler, kazazedeleri arayarak falanca sağlık kuruluşu ile anlaşmalı olduklarını, birlikte çalıştıklarını, o kurumun kendilerine haber verdiğini söyleyip, herkesin bilemeyeceği özel ve kişisel bilgileri de kişiye aktarmak suretiyle kendilerine inandırıcılık katarak, malulleri kandırıp çok ağır şartlar içeren sözleşmeler  imzalatmaktadırlar. Hatta mevzuattan ve uygulamadan habersiz mağdurlar çoğu zaman, kendilerini arayan bu kişilerle sözleşme imzalamazsa, maluliyet raporu alamayacağına dahi inandırılmaktadırlar.

 

Bu nedenle de, sağlık kurumlarında kayıt altına alınan kazazede bilgilerinin, kurum dışına çıkmasının engellenmesi birincil olarak alınması gereken bir önlemdir.

 

Özetle, kurum ve kişileri itibarsızlaştıracak, üstün öz veri ile işini yapan kişilerin hakkını yok sayacak, karalayacak bu tür yalan ve dedikoduların önüne geçilmesi, kurumların ve raporların güvenilirliliği için de zaruridir.

 

b) RAPORLARIN GÜVENİLİRLİĞİ

Aslında raporların güvenilirliği için öncelikli şart, raporu düzenleyen kurum veya kişinin güvenirliğidir. Az önce izah ettiğim dedikodular sebebiyle maalesef ki bazı kurumlar ve kişiler  sigorta sektöründe ve yargı çevresinde kesinlikle hak etmedikleri kötü bir ünvana sahiptirler. Bu şekilde güvensiz olarak nitelendirilen kurumlar tarafından düzenlenen raporlar ne kadar ayrıntılı, ne kadar doğru ve ne kadar denetime elverişli olsa da, içeriğine bakılmaksızın baştan geçersiz kabul edilmekte yahut en soyut bir itirazda bile başka bir kurumdan yeniden rapor alınmakta, yargı makamları aynı şehirdeki bu kuruma dosya yollamaktansa, başka şehirlerdeki kurumlardan mütalaa isteyerek kazazedeleri uzun ve meşakatli bir yola sürüklemektedir.

 

Hatta bu konuya örnek olarak bizzat yaşadığım bir telefon görüşmesinden bahsetmek isterim. Maluliyet zararına ilişkin olarak bir Üniversitenin Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenmiş maluliyet raporu eklenerek başvuru yapıldıktan sonra, sigorta şirketi her zaman olduğu gibi, tüm tıbbi bilgilerin şirkete sunulmasını istemiştir. Bu istek üzerine de, her zaman olduğu gibi mevzuata ilişkin bir heyet raporu sunduğumuz ve başkaca tıbbi belge sunmayacağımız kendilerine bildirilmiştir. Sonrasında, sigorta şirketinin hasar dosya sorumlusu bizzat arayarak, " şirket yönetimlerinin aldığı karar doğrultusunda, falanca üniversitenin raporlarının asla şirketlerince kabul edilmediği, o kurumdaki raporların gerçek olmadığı" söylenmiştir. Böyle bir beyan ve talep tabi ki tarafımca kabul edilmeyerek, yargı süreci başlatılmıştır.

Lakin, dedikodular kulaktan kulağa geniş kitlelere yayılmakta ve itibar kırıcı hale gelmektedir. Maalesef ki, çoğu kişi de bu itibar kırıcı itiraz ve taleplere boyun eğmektedir.

 

MEDİKAL İNCELEME SÜRECİ:

Sigorta sektöründe, hekim bilirkişilerin kanaatlerini ve raporlarını hiçe sayan en temel aşama medikal inceleme aşamasıdır.

Yaptığı araştırmalar sonucunda sakatlık oranı hakkında bir sağlık kuruluşundan heyet raporu alıp, sigorta şirketine başvuru yapan kişilerin sundukları raporlar büyük çoğunlukla kabul edilmemekte ve kişi eğer yeterli hukuki kararlılığı gösteremez de sigorta şirketlerine karşı tavizkar olursa, tekrardan rapor alma süreci başlamaktadır.

 

Çünkü; Heyet raporunun sigorta şirketine sunulmasından sonra; kişinin tüm tıbbi evrakları da istenerek, eğer başvuru sahibi gerekli hukuki duruşu gösteremezse, bu belgeler sigorta kuruluşlarının çalışmakta olduğu medikal firmalara gönderilmektedir. Raporun mevzuata uygun olup olmadığı hakkında bildirilen görüş bir kenara bırakılırsa, geçerli mevzuata göre yetkili kurum tarafından düzenlendiğine kanaat edilen raporlar içerik olarak yani tespit edilen oran bakımından da incelenmekte ve uzman hekimlerden oluşan heyet tarafından yapılan değerlendirmelerin doğruluğu bu firmalar nezdinde irdelenmektedir. Peki, örneğin bir üniversitenin Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından yani konusunda uzman hekimler tarafından düzenlenen bir raporda belirlenen oranın doğruluğunu kontrol edecek kişinin, en az aynı derecede bir tıbbi ünvana sahip olması ve kazazedeyi muayene etmesi gerekmez mi?

Medikal şirketlerin hepsi, uzman kadro ile çalıştıklarını bildirmektedir. Fakat, bu şirketlerin bahsettikleri uzman kadrolarında kimler olduğu öğrenilmek istendiğinde, hiç bir uzman ismine ve ünvanına ulaşmak mümkün olmamaktadır. Bu denli bir uzman kadroya sahip şirketin, bu uzman kadroyu ilan etmek yerine gizlemesi ne kadar anlamlı olabilir.

Mevzuatımızda hiç bir şekilde yeri olmayan bu medikal inceleme aşamasını gerçekleştiren şirketler nedir? ne yapar diye inceleyecek olursak;

Bu firmaların hepsinin kuruluş amacı aynıdır. Sigorta sektöründe, sigorta şirketlerinin karlılığını arttırmak ve şirketlerin bünyelerinde yapacakları hasar dosya işlerini yapmaktır. Sigorta şirketinin karlılığını arttırmayı amaçlayan ve bu amaç için sigorta şirketlerine yardım etmek üzere kurulup, sigorta şirketlerinden yapılan ödemelerle kazanç sağlayan bir şirketin tarafsız olması mümkün olabilir mi?

Nadiren de olsa, sehven yapılmış maddi hataların tespit ve tavzihi gerekliliğini makul görmekle birlikte; uzman hekimler tarafından yapılan muayene ve tıbbi değerlendirmeler sonucu heyet raporunda bildirilen tıbbi kanaatlerin, medikal firmalar veya bu firmalara görüş sunan başka hekimler tarafından dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu geçersiz görülmesi hatta ve hatta hesaplanan sakatlık oranının değiştirilmesi, aynı yönetmelik çerçevesinde aynı hesaplama esası ile nasıl farklı oran belirlendiğinin anlaşılması ve kabulü mümkün değildir.

Lakin sigorta sektörü uygulamasında, maluliyete ilişkin heyet raporları yahut aktüer hesap raporları yerine medikal firmaların görüşleri sigorta şirketlerince kabul edilip, hak sahibine veya mahkemelere diretilmektedir.

Bu itibar kırıcı, hakkaniyetten uzak ve yanlış uygulamanın ivedilikle yasaklanması gerektiği düşüncesindeyiz.

 

 

Özetle; çok değerli hekimler ve bilirkişiler tarafından düzenlenen raporlar kazazedeler  ve yargı makamları için hayati önemde belgelerdir. Bizler, ancak ve ancak sizlerin tıbbi veya bilimsel görüşlerinize göre yargı sürecini yönetebilmekteyiz. Yargı süreçleri zaten hemen hemen her aşamada zor, kazazedeleri daha da mağdur eden ve engeller yaratan acı süreçlerdir. Ve hakkaniyetin tecellisi yolunda bizleri güçlü kılan en önemli silahımız donanımlı bilirkişi raporlarıdır. Mütalaa vermeye ehil kurumlar ile kişilerin her türlü iftiradan arındırılması ve güvenilirliği, hukukçuların ve mağdurların da teminatıdır.

Çünkü, bu raporlar, yaşadığı bir kaza sonucu maluliyet yaşayan bir kazazedenin maddi ihtiyaçlarını gidermesinin veya aslında suçlu olmayan bir kişinin özgürlüğünün garantisidir.

Zira bu raporları düzenleyen bilirkişiler aslında sadece hekim değildir. Hakim gibi, avukat gibi, savcı gibi yargının en önemli unsurlarından biridir. Tüm hekim bilirkişilerin bizler için çok değerli ve önemli olduğunu, raporlarınızın da altın değerinde olduğunu söyleyerek sözlerimi bitirmek isterim.

Saygılar.

bottom of page