SİGORTA ŞİRKETLERİ MÜŞTERİLERİ"YALANCILIKLA" SUÇLUYOR...
Şüpheciliğin karakter haline geldiği toplumumuzda, "şüphe en büyük gerçektir" ilkesini benimseyen sigorta şirketlerinin, müşterilerini yalancılıkla suçlamaları üzüntü verici..
Ama bu nahoş tavrın kılıfı Genel Şartlardan bulunmuş bile; 'doğru beyan yükümlülüğünü ihlal!!'
Bu cümlenin kısa ve öz olarak, kelime karşılığı ise YALAN'dır. Yani, sigorta şirketleri gerçekleşmiş bir hasarı reddederken, gerekçe olarak "doğru beyan yükümlülüğünün ihlal edildiğini" bildiriyorsa; bunun tek bir anlamı olabilir; "MÜŞTERİ YALANCIDIR".
Sigorta şirketlerinin alışkanlık haline getirdiği bu uygulamanın yasal dayanağına bakarsak; hem Türk Ticaret Kanununda hem de Sigorta Genel Şartlarında, sigortalıya iki aşamalı doğru beyanda bulunma yükümlülüğü yüklenmektedir.
Birincisi, sigorta sözleşmesinin kuruluş aşamasındaki, mevcut durum hakkında doğru beyanda bulunma yükümlülüğü,
İkincisi ise, rizikonun gerçekleşmesi halinde, rizikonun oluş şekli, yeri, zamanı, hasarın niteliği vb. konularda doğru beyanda bulunma yükümlülüğü.
Nedense, sözleşmenin yapılıp primlerin ödendiği dönemde sigortalılar, sigorta şirketleri nazarında dürüst, saygın ve doğru kişilerken,
Riziko gerçekleşip sıra para ödemeye geldiğinde, yalancı olarak nitelendiriliyorlar.
Kazanın beyan edilen yerde veya ifade edildiği şekilde gerçekleşmeyip, hasar ile kazanın oluş şeklinin uyumlu olmadığı iddiası ise sigorta şirketlerinin en büyük bahanesi haline gelmiş durumda.
Hatta bazen öyle bir şüphecilik başlıyor ki; sigortalıların daha sözleşmenin başından beri yalan söyledikleri fikri büyük oranda kabul görüyor. Aracın hasarlıyken, poliçenin düzenlendiği, sigortalı iş yerinin aslında faal olmadığı veya sigortalının poliçe kuruluşu sırasında zaten hasta olduğu gibi gerekçeler bilgisayarda hazır bekletiliyor ve hasar gerçekleştiğinde, kes yapıştır yöntemi ile mevcut dosyada kullanılıyor.
Pahalı ve spor bir araçta, genç bir sürücü kullanımındayken gece saatlerinde hasar gerçekleşmişse, şirketler nezdinde sürücü kesin alkollüdür. Akşam evinizin önüne park ettiğiniz araca, başka bir araç çarpıp kaçıyorsa, aracınız mutlaka ehliyetsiz bir kişi tarafından kullanılırken kaza gerçekleşmiştir. Kazanın ardından yaralılar ile hastaneye gittiyseniz, olay yerini terk etme sebebiniz, sizin aslında gerçek sürücü olmamanızdır. Evinize giren hırsız mücevherlerinizi çaldıysa, o kadar mücevherin evde bulundurulması hayatın olağan akışına uygun değildir!
Halbuki, hukukumuzun temel ilkelerinden olan Türk Medeni Kanununun 3.maddesine göre "asıl olan iyiniyetin varlığıdır."
Bu aşamada sigorta mağdurlarının imdadına Yargıtay yetişiyor. Çünkü Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarına göre; '.. doğru beyan yükümlülüğünün sigortalı tarafından kasten ihlal edildiğinin, hasarın beyan edilenden farklı olarak ne şekilde gerekleştiğinin ve sigortacı tarafından iddia edilen oluş şeklinin teminat dışı olduğunun SOMUT BELGELER ile ispatlanması yükümlülüğü sigorta şirketlerine aittir."
İşte Medeni Kanundaki iyi niyet karinesi ve içtihatlar doğrultusunda; sigortalılar zaman aşımı süresini doldurmadan ve doğru usulde dava açmayı başarabilirlerse, haklarına kavuşma imkanı bulabiliyorlar. Bu şekilde davayı kaybeden sigorta şirketleri ise, faiz, yargılama masrafları ve diğer feriler ile birlikte iki katına yakın bir tutar ödemek zorunda kalıyorlar.
Aslında bu bir kumar. Hasar talebi reddedilen birçok kişi doğru uzmanlara müracaat etmediği için haklarının ne olduğunu, nasıl kavuşacağını bilmiyor ve kendilerine yapılan haksızlığa yasal yollarla mücadele vermiyor. Bu kişilerin oranı ise, yasal mücadeleye girenlerden çok daha fazla olduğu için sigorta şirketleri yine kazançlı çıkıyor.
İşte bu yüzden; sigorta şirketleri karşısında HADDİNİZİ DEĞİL HAKKINIZI BİLİN..
Saygılarımla.
Sigorta Mağdurları Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
AV. SELDA SARANDAL